RAHMİ ÖĞDÜL
07.03.2013
Monitörün yassı ekranında yaratılan üç boyutlu mekân yanılsamalarına kaptırdık kendimizi. Tuval resminin yassı düzleminde yaratılan mekân yanılsamasından vazgeçeli çok olmuştu hâlbuki. 1965 tarihinde minimalist Donald Judd sanatta gerçek mekân duygusunu tatmanın keyfini yaşıyordu. Ne resim ne de heykel olan “spesifik nesneler”ini resim düzleminin yassı espasından kurtarmış, gerçek mekâna, üç boyutlu espasa yerleştirmişti. Sanat yapıtı resmin geleneksel sınırlarından kurtulunca, gerçek espasın kapılarını açılmış oldu. Minimalistlere göre gerçek mekânı kullanmak, espasın içinde olmak, boyanın yüzey üzerinde yarattığı mekân yanılsamasından, yani espas duygusundan çok daha heyecan vericiydi: “Üç boyutluluk gerçek mekândır. Bunu böyle algıladığımızda mekân yanılsaması sorunundan kurtulmuş olur, mekânı belli bir takım renklerin ve şekillerin etrafındaki boşluklar gibi görme eğiliminden vazgeçeriz” diyor Judd.
Oysa boşluklar ve mesafelerle kurulmuş yassı bir mekânın yassı figürlerine dönüştük şimdilerde; tıpkı Judd’un saptamasına uygun olarak mekânı bir takım renklerin ve şekillerin etrafında boşluklar olarak görüyoruz. Alışveriş merkezlerini düşünün; metaların renkleri ve şekillerinden oluşmuş yüzeyler boyunca hareket eden iki boyutlu yassı figürler gibiyiz; adeta Edwin A. Abbott’un Düz Ülkesi’nde yaşıyoruz. Toplumsal ayrıştırmalarla, yassılaşan boşluklarla giderek daha fazla benziyoruz düz ülkeye. Her toplumsal sınıf kendine özgü bir geometrik şekille betimleniyordu bu ülkede. İnsanlar arası ilişkiler ya da daha doğrusu ilişkisizlik, yine Judd’un saptamasına uygun olarak renklerin ve şekillerin etrafındaki boşluklar olarak kuruluyor. Birbirine dokunmadan alışveriş katedrallerindeki yüzeyler boyunca kayıyoruz.
Edwin A. Abbott Düzülke’yi (Flatland) 1884 yılında Viktoryen değerler sistemine yönelik bir hiciv olarak kaleme almıştı (Ayrıntı Yayınları); toplumsal sınıfların geometrik şekillerle temsil edildiği iki boyutlu, yassı bir ülkededir burası; Toplumun en alt tabakasını oluşturan askerler ve işçilerin en dar açılı ikizkenar üçgenlerle, orta sınıfı teşkil eden esnafların eşkenar üçgenle, meslek erbabı erkeklerin ve kibar beyefendilerin kare ya da beşgenle, soyluların altıgen ve soyluluk derecesine göre kenarları giderek artan çokgenle ve en üstte yer alan din adamlarının ise dairelerle temsil edildiği geometrik bir dünya. Yassı yüzeyin üzerinde, aralarındaki boşluklarla birbirinden ayrılmış geometrik şekiller. Oysa çarpıştıkça, birbirimize dokundukça yassı düzlemin yassı figürleri olmaktan kurtulacağımızın, bizi ayıran yassı düzlemdeki boşlukların, üç boyutlu gerçek bir mekâna dönüşeceğinin hepimiz farkındayız; derinlikli mekânın derinlikli bireylerine.
1942’de New York’da açılan Sürrealizm’in İlk Belgeleri sergisinde galerinin boşluğunu iplerle örerek, içine girilmez hale getiren Marcel Duchamp duvarda asılı duran yassı tuvalleri iptal etmiş oldu bir bakıma. Yassı nesneleri ayıran boşluğu ya da espası iplerle örerek, üç boyutlu gerçek bir mekânın toplumsal ilişkilerle nasıl kurulacağını göstermişti bize.
Metaların yassı düzleminin, duygusuz, derinliksiz boşluğunun, duygusal bağlar yaratan armağanlaşmayla üç boyutlu, ilişkisel bir mekâna dönüşeceğinden söz ediyordu antropolog Claude Lévi-Strauss. Fransa’nın güneyindeki ucuz lokantalarda, uzun ve müşterek bir masaya oturan müşterilerin, tabaklarının yanına birer tane mütevazı şarap şişesi konurmuş. Yemek başlamadan önce, müşterilerden biri önündeki şarapla kendi kadehini değil, yanında oturan kişinin kadehini doldurur. Yanında oturan da bunun karşılığında onun boş kadehini doldurarak aynı hareketi yineler. Boşluğun içinde önceden varolmayan bir topluluk yaratılır böylece. Ötekiyle masada kurduğu şarap ilişkisi, armağanlaşma, tüketici tablosunun yassı düzlemindeki bireyleri birbirinden ayıran boşluğu iptal ederek, sohbetin koyulaşmasına ve toplumsal bağların kurulması yol açar.
Mönitörün yassı ekranında örgütlenip, 7-8 mart tarihlerinde gerçek mekânların içinde gerçekleşecek bir eylemden söz ederek bitirelim yazıyı. “Sanatın Eylemi” başlığı altında örgütlenen sanatçılar, bu yassı ülkede başına olmadık işler gelen Pınar Selek için, insanlık için adalet talep edecekler. Her ne kadar günümüzde metalaşsa da sanat bir armağandır. İki gün boyunca farklı mekânlarda gerçekleştirilecek eylemlerle bir tür armağanlaşma ortamı yaratılacak; yassı figürlerin çok boyutlu öznelere dönüşmesine tanıklık edeceğiz.
Not: “Pınar için İnsanlık için Adalet, Adalet, Adelet” girişiminin açık havada, kafelerde ve atölyelerde düzenleyeceği etkinlikleri monitörünüzün yassı ekranından takip edebilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder