21 Şubat 2013 Perşembe

YÜZEYİN ALTINDA NE VAR?

RAHMİ ÖĞDÜL

21.02.2013

Yüzeyler boyunca hareket ediyoruz epeyden beri. Derinlik arayışlarının terk edildiği pop kültür çağında Andy Warhol, kendisini tanımak isteyenlere yüzeyde görülene bakmalarının yeterli olduğunu söylüyor. “İşte ben oradayım” diyordu, “yüzeyin gerisinde boşuna bir şey aramayın.” Oysa Sovyetler’de 1920’lerdeki açlık yılları sırasında konstrüktivizmin kurucularından Vladimir Tatlin, yüzeyin altındaki umudu yeşertmek için, Leningrad Sanat Akademisi’nin bahçesindeki kaldırım taşlarını söküp patates ekmişti. Kaldırım taşlarına yönelik benzer bir tavrı 1968 Paris’inin sokaklarında da görmüştük: “sous les paves la plage (kaldırım taşlarının altında plaj).” Kaldırım taşlarını polise fırlatan gençler, taşların altındaki kumsalı keşfetmişlerdi ya da umudun yeşerebileceği toprağı. Doğanın ve insan doğasının üstünü kaplayan yapay kaplama malzemeleri kazındığında altta yatan umuda işaret ediyordu her ikisi de.

YÜZEYİ KAZIYIP ALTTA YATANA ULAŞMAK
Yüzeydeki mevcut düzeni, yüzeyi kazıyarak değiştirmeye yönelik bu umut, günümüzde de içerik değiştirerek sürüyor. Devrimciler yüzey kazıma sanatını kapitalist sistemin parlak yüzeylerle kapladığı geçmişin dayanışmacı, eşitlikçi, özgürlükçü tavırlarını açığa çıkarmak için kullanırlarken, kapitalistler insan umudunu paraya endeksleyerek kazı-bilimini define arayışına dönüştürdüler. Ellerindeki kartlarla “kazı kazan” diye bağıran piyangocuların kartlarını kazıdığımızda umutla değil, bir başka yüzeyle karşılaşıyoruz her seferinde, umutsuzluğun yüzeyiyle. Yıllar önce Vasıf Kortun’un küratörlüğünde Project 4L’de gerçekleştirilen serginin başlığı “Plajın altında kaldırım taşları”, bu tersine dönüşü anlatıyordu; sitüasyonist détournement’ı, yani saptırmayı yine sitüasyonist bir slogana uygulayarak insani umutların nasıl da ters yüz edildiğini gösteriyordu. Bu tersine çevrilmiş sloganı artık düz anlamıyla okuyabiliyoruz; önce Paris’in Sen nehri kıyısına yerel yöneticiler kaldırım taşlarının üzerine kum dökerek plaj yaptılar; Eskişehir’de Porsuk nehrinin kıyısında bizim de kumsalımız var artık. Bir zamanlar yüzeyi kazıyarak ulaşmaya çalıştığımız kumsal artık hazır ve nazır bize sunuluyor yüzeyde. Hazları metalaştıran sistem, kumsalı da hazlarımızı hemen gerçekleştireceğiniz bir yüzey haline getirdi. Artık kazı yapmanıza da gerek yok; her şey yüzeyde duruyor, uzanma mesafesinde. Yüzeyi kazıyarak altta yatana ulaşmaya çalıştığımızda da, tıpkı kazı kazan kartlarındaki gibi bir başka yüzeyle karşılaşıyoruz, kapitalin yüzeyiyle.

DERİNLERE DALIYORUZ AMA YÜZEYDEYİZ
Derinlere dalıyoruz ama durmadan yüzeyde buluyoruz kendimizi. Sisteme bir direniş biçimi, birden bir meta oluveriyor ve tam da direndiğimizi sandığımız anda yüzey avlıyor bizi, kaldım taşlarına dönüşüveriyoruz. Spor giysiler üreten çokuluslu bir şirkete yönelik direnişe katıldığınızı düşünelim; bu direnişe destek vermek için üzerinde şirket aleyhtarı bir slogan yazan tişört satın alıyorsunuz ve eve geldiğinizde bu tişörtün direndiğiniz şirket tarafından üretildiğini okuyorsunuz yakasındaki etiketten. Tüketim toplumunda direndiğinizi, derinleştiğinizi sandığınız an, tüketen ve tüketilen bir metaya, bir yüzey malzemesi dönüşüveriyorsunuz birden, yani bir kaldırım taşına.

KALDIRIM TAŞLARINA DÖNÜŞÜM
Şirketlerin yaşamın en kılcal damarlarına sızdığı bir dünyada farkına varmadan kaldırım taşlarına dönüştük hepimiz. Neredeyse tüm ilişkilerimiz şirketleşti. İlişkilerimizde devletçi ya da şirketçi tavırları çok açık görüyoruz artık. Tüm enerjilerini devletçi anlayışları yıkmaya yönelten anarşistler çokuluslu şirketlerin ağına düşmeden edemiyorlar mesela. Alman anarşist Gustav Landauer, “Devlet bir devrim tarafından yıkılabilecek bir şey değil, insanlar arasındaki belirli bir ilişki, bir durumdur, insani davranışın bir tarzıdır; farklı davranarak, başka ilişkiler kurarak devleti yıkabiliriz” dediğinde, kaldırım taşlarına dönüşen bireyler arası ilişkilerle işe başlamayı öneriyordu.

Yüzeyleri kazımaya devam edelim, sonunda bir uçurumla karşılaşırız belki. “Uçurumları sevenlerin kanatları olmalı” diyordu Nietzsche. Sanat Akademisi’nin bahçesindeki kaldırım taşlarını söken Vladimir Tatlin bir uçurumla karşılaşmıştı belki de; daha sonraki yıllarda ‘Letatlin’ adını verdiği kuşa benzeyen, kanatlı bir hava bisikleti, bir uçuş makinesi tasarlamıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder