RAHMİ ÖĞDÜL
01.11.2012
İktidar baktığında içi doldurulacak boşluklar görüyor yaşamda. Bireyler, mekânlar boşluklar olarak zuhur ediyor iktidarın bakışında. Eğitim sistemimize, mekân örgütlenmemize baktığımızda yaklaşımın hep aynı olduğunu görüyoruz. İçine iktidarın ideolojisinin doldurulacağı boş kaplardan oluşan bir toplum duruyor karşımızda. İktidar oyunları boşlukları doldurma oyununa dönüşüyor birden. Edilgin varlıklar olarak etken iktidarca harekete geçirilen golemlere benziyoruz çokça. Yahudi folklorünün önemli karakterinden biri olan golem, cansız maddeden biçimlendirilmiş ve sahibi tarafından içine ruh üflenmiş yaratıktır. Tüm bedeni artık sahibinin kontrolü altındadır. Önce içi boş form ortaya çıkıyor bu görüşe göre, ardından bu formu iktidar doldurup denetimi ele geçiriyor. Karl Kraus da içi boş kafalardan söz ediyordu aforizmalarından birinde: “Devlet ve toplum içinde yaşanan her şey, insanın düşünmediğine ilişkin örtük bir varsayıma dayanır. İçi her durumda doldurulabilir bir boşluk sergilemeyen bir kafanın, işi hayli zor bu dünyada.” İçini dolduramadığı kafaları en nihayetinde hücrelerde tecrit ediyor devlet.
BU İŞTE BİR TERSLİK VAR!
Boşlukları yeniden ve yeniden tasarlayan iktidarların dünyasında yaşıyoruz. Bir zamanlar avangardlara atfedilen, bireylerin sanatçılara dönüşmelerini ve hayatlarını kendilerinin tasarlamalarını öngören sanat ile hayatı birleştirme kadim projesinin artık hayata geçirildiğinden söz ediyor Hal Foster. Ama bu işte bir terslik olduğunu da vurguluyor. Bedenlerimiz, kullandığımız nesneler, içinde yaşadığımız mekânlar avangardın özgürleştirici amaçları doğrultusunda değil, kültür sanayiinin amansız buyrukları doğrultusunda tasarlanmaktadır. Sanat ile hayatın bu çarpık uzlaşmasının günümüzdeki en temel formunun tasarım olduğunu söylüyor. Nesnelere küçük özneler muamelesi edildiği bir topyekûn tasarım çağında yaşıyoruz artık ve bedenlerimizi de içeren kendi hayatlarımız bu tasarımdan kaçamıyor, öznelere de küçük nesneler muamelesi edildiği bir çağda yaşıyoruz. iktidar hayatımızın her boşluğunu kendi tasarladığı nesnelerle, toplumsal boşlukları da nesneleşmiş öznelerle tıka basa dolduruyor.
CÜRETKÂR HAYKIRIŞLAR
Adolf Loos’un 1900 yılında kaleme aldığı ‘Zavallı Küçük Zengin Adam’ başlıklı denemesindeki karaktere benziyoruz git gide. Her odası, her eşyası en küçük ayrıntısına kadar Art Nouveau tasarımcısı tarafından tasarlanmış bir evde yaşamak zorunda kalan küçük adama. Her süste, her formda, her çivide mal sahibinin bireyselliğini dışa vurmuştur tasarımcı. En küçük ayrıntısına dek tasarlanmış evinde bu adam hayatın gelecekte sunacağı bütün imkânlardan yoksun bırakılmış, başka bir şeye dönüşebilme, yaşadığı mekânı dönüştürebilme imkânı ortadan kalkmıştır. Bizim mutluluğumuz için konutlar, siteler tasarlayan kapitalist girişimcinin cüretkâr haykırışı kulaklarımızda. Her köşesi en ince ayrıntısına kadar tasarlanmış çarpık ütopyalarında artık hiçbir eksiğimizin kalmayacağını, tamama ereceğimizi düşünüyor. Boşlukları doldurma oyununa katılmamızı istiyor bizden. Oysa kendi bedenlerimizi, kendi mekânlarımızı, kendi nesnelerimizi tasarlayabileceğimiz ve tüm bunları tasarlarken dönüşebileceğimiz bir hayatımız da olabilirdi. Mühendislerin, tasarımcıların ellerine bırakmak yerine bizler örebilirdik hayatı. Tepede hazırlanmış, boşlukları doldurma projeleri olmadan biriktirdiğimiz ilişkilerle, nesnelerle bir brikolaj ustası (brikolör) gibi kurabilirdik yaşamlarımızı.
Brikolör ya da yaptakçı, önceden ne üreteceğini bilmeyen, yani bir projesi olmayan biridir. Hayatını durmadan biriktirdiği elinin altındaki ilişkilerle, nesnelerle inşa eder. Bir mühendis ya da tasarımcı gibi akışkan olan hayata kalıplar giydirmek yerine mevcut şeyleri gereksinimine göre dönüştürerek inşa eder kendini. Baktığında tasarlanacak boşluklar görmez, her yer ilişkiler ve nesnelerle doludur, kendine uygun bir habitat yaratır bunlardan. İktidarın tasarlanacak boşluklar yaratma hamlesini, ilişkilerin doluluğu ile boşa çıkarır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder