21 Haziran 2012 Perşembe
ALEGORİK BİR TOPLULUK MÜMKÜN MÜ?
RAHMİ ÖĞDÜL
21.Haziran.2012
Alegorik birer nesne haline gelen metalar dünyasında yaşıyoruz artık ve bu metalarla sürekli empati kurmaya çalışıyor, tıpkı Baudelaire gibi kılıktan kılığa giriyoruz.
Tüm toplumsal mutabakatların, tartışmaların, sürtüşmelerin, çatışmaların simgelerin etrafında gerçekleştiğini yaşamın hay huyu içerisinde fark edemiyoruz belki ama simgelere yüklediğimiz anlamlarla kuruyoruz kendi topluluğumuzu, yine başkalarından bu simgeler sayesinde kendimizi ayırıyoruz. Antony P. Cohen ‘Topluluğun Simgesel Kuruluşu’ adlı kitabında toplulukların ister totem, futbol takımı ya da isterse savaş anıtı biçimde olsun, önemli birer simge ambarı olduklarını, bu simgelerin birer akrabalık sisteminin kategorileri gibi işlediklerini söylüyor (çev. Mehmet Küçük, Dost Kitabevi). Bir topluluğu diğerinden ayıran bu simgesel işaretlerdir. Simgelere yüklediğimiz anlamları paylaştığımız ölçüde bir topluluk oluşturabileceğimizi belirtiyor Cohen.
ORTAK BİR DİL YARATMAK: İLETİŞİM
Simgeler genellikle başka şeylerin yerine geçen, başka şeyleri temsil eden şeyler. Birer zihinsel kurgu olan bu simgeler ile birlikte ve bu simgelerin etrafında düşünüyoruz. Bizlere anlam yaratma araçları sağlıyorlar; topluluk yaşantımız, evren bu simgeler sayesinde anlamlı hale geliyor. Ancak simgelerin belirli ölçülerde muğlaklık içerdiklerini, öznel yoruma izin verdiklerini ve bu simgeleri kullananlara yorumsal manevra alanı sunduklarını da ekliyor Cohen. Yani tek bir anlam dayatmadıklarını ve öznelere göre yorumsal farklılıkların ortaya çıktığını, buna rağmen genel, ortak bir dil yaratarak iletişime, dolayısıyla topluluğa imkân sağladıklarını da vurguluyor.
Bizlere yorumlamak için manevra alanı sağlasalar da sonunda üzerinde anlaşmaya vardığımız, topluluklarımızı inşa ettiğimiz bu simgeler parçalansa, simgelerin kendileri, birbiriyle çelişen bir anlamlar yığınına dönüşürse ne olur? Alegori tam da simgenin bu içsel tutarlılığını, merkezi bütünlüğünü bozarak anlamını sonsuzca çoğaltır ve alegorik nesnelerden oluşan bir topluluğun üzerinde anlaşmaya varacağı simgelerin çözülüp parçalandığını görürüz. Dilin kendisi de parçalanır tabi. Peki, alegorik nesnelerin etrafında gerçekleşen böyle bir toplaşmanın bir topluluğu ifade ettiği söylenebilir mi?
SİMGELER ARTIK SONSUZCA ANLAMLARINI ÇOĞALTIR
Walter Benjamin Barok alegorinin simgeleri parçalayıcı özelliğini, merkezi anlamı darmadağın ettiğini keşfeder; barok alegori mitin karşısındadır. Simgenin merkezi bir anlam etrafında yorumlanmasına bozar. Simge artık tek bir şeyi göstermez, sonsuzca çoğaltır anlamını. Barok sanatın görsel ve metinsel anlatılarına baktığımızda mitolojik öğelerin artık başka şeylere gönderme yaptıkları ve bakan kişiye göre bu anlamların da giderek çoğaldığını görürüz. Tek merkezli bir simge düzeneği parçalanmış, onun yerine yolları giderek çatallanan bir labirent almıştır. Simgenin anlamı durmadan çatallanarak simgenin merkezini dağıtmıştır. Simgenin etrafında yorumsal manevralar yapacağımız iç içe geçmiş dairelerin yerine sürekli çatallanarak kendini çoğaltan ve birbiriyle çelişen anlamlarla, bir labirentle karşılaşırız artık.
Toplulukların simge ambarı olduğunu ve kendilerini simgelerle inşa ettiğini belirtiyordu Cohen. Simgenin anlamı sonsuzca parçalanırsa böyle bir topluluk nasıl kuracaktır kendini? Simge insana yorumlaması için bir manevra alanı sağlıyordu. Alegori böyle bir manevra alanına bile tahammül edemez; artık simgenin merkezi etrafında yorum yapmak gibi bir durumun söz konusu olmadığı, hatta karşıt anlamları da içerdiği söylenebilir simgenin; üzerinde hiçbir şekilde anlaşmaya varılmayan kaotik bir durum söz konusu. Simge her türlü yerleşiklikten kurtarmıştır kendisini. Bir yakınlık kurmanın imkânsızlaştığı noktaya dek çekilir anlamlar. Alegori alışkanlıkların yerleşmesine imkân vermez.
ALEGORİCİ META İLE ÖZÜNÜ BULUR
Benjamin metalardan alegorik nesneler olarak söz eder. Barok alegoride anlamların modası hızla değişir, tıpkı metaların fiyatının hızla değişmesi gibi. Metanın anlamı gerçekten de fiyatıdır; meta olarak başka anlamı yoktur. Dolayısıyla alegorici meta ile kendi özünü bulur. Benjamin’e göre Baudelaire metayı – alegorik nesneyi – içeriden deneyimleyen bir alegoricidir. Anlam bakımından içi boşaltılıp, içine yeni bir anlam yerleştirildikten sonra bu anlamın herhangi bir zamanda diğeri yararına kaldırılabilir olması alegorik nesnenin doğasının bir parçasıdır. Metalar bu anlamda alegorik nesneler olarak belirir Baudelaire’in önünde (bkz. Susan Buck-Morss, Görmenin Diyalektiği, Metis).
Bir flaneur (aylak) olarak Baudelaire metanın ruhuyla empati kurmuştur Benjamin’e göre. Bu empatiyi kendi kişisel görünümünü etkileyecek kadar da ileri götürmüştür. Baudelaire’in portresini yapan Coubert onun her gün farklı göründüğünü söyler. Kendini farklı kılıklarda sunar: bazen bir aylak, bazen bir fahişe, bazen bir paçavracı, bazen de bir züppe.
Alegorik birer nesne haline gelen metalar dünyasında yaşıyoruz artık ve bu metalarla sürekli empati kurmaya çalışıyor, tıpkı Baudelaire gibi kılıktan kılığa giriyoruz. Üzerinde anlaşacağımız, tartışacağımız merkezi anlamlı simgeler, kapitalizmle birlikte birbiriyle çelişen anlamlar yığınına dönüşürken bir topluluğun nasıl mümkün olabileceğini yeniden düşünmemiz gerekiyor.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder