1 Mart 2012 Perşembe

COCKAIGNE: BOLLUK... ŞİMDİ!


RAHMİ ÖĞDÜL

01 Mart 2012

Carmina Buruna olarak bilinen, şiirlerin ve şarkıların yer aldığı on üçüncü yüzyıl derlemesinde “Ego sum abbas Cucaniensis” başlığını taşıyan bir bölüm vardır. Bu meyhane şarkısında Cucaniensis’in başkeşişi olduğu ilan eder sözleri kaleme alan kişi. Kumara, içkiye ve aşka övgüler düzen Goliard denilen entelektüel serserilerin yazdıkları bu şiirlerin ana temasını oluşturur ‘Cucaniensis’. Bu Latince sözcük diğer Avrupa dillerinde farklı biçimler alsa da (İngilizce’de ‘Cockaigne’) tümü ortaçağlara özgü hayali bir bolluk ülkesine, bir yeryüzü cennetine gönderme yapar. Goliard’lar yerleşik toplumsal düzenin tüm değerlerine acımasızca saldırırlarken Cucaniensis ya da Cockaigne denilen bir ütopyanın içinde hareket ediyorlardı.

Cockaigne ortaçağlara özgü bir bolluk ülkesi söylencesidir, hayali bir ülkedir. Fiziksel rahata ve dünyevi hazlara çok kolaylıkla ulaşıldığı, her türlü toplumsal kısıtlamanın ortadan kalktığı bir yeryüzü cennetidir. Evlerin şekerden ve pastadan yapıldığı, sokakların hamur tatlılarıyla döşeli olduğu, şarabın su gibi aktığı, tensel haz da dâhil her şeye, hiçbir zahmete girmeden ulaşıldığı bir ütopya. Çileci bir hayatı göklere çıkaran ortaçağ kıtlık toplumunun belleğinde canlılığını koruyan ‘yiyelim, içelim, sevişelim’ düsturunu benimsemiş yıkıcı bir ütopya. Cockaigne’nin Hollanda dilindeki karşılığı olan Luilekkerland (tembel, tatlı hayat) başlığını taşıyan tablosunda Yaşlı Peter Bruegel’in tasvir ettiği de bu ütopyadır. Yenmeye hazır kızarmış domuzların, yumurtaların işimizi kolaylaştırmak için sırtlarında bıçaklarla dolaştıkları, kızarmış kazların doğrudan ağızlara uçtuğu bir ülkedir burası.

PEŞİMİZİ BIRAKMAYAN DÜŞ ÜLKE
Kıtlık toplumunda yaşayan insanların kolektif bilincinde yaşayan bolluğa dair aklınıza gelebilecek her türlü göndermelerin bulunduğu bu düş ülke aslında hiçbir zaman peşimizi bırakmadı bizim. Batılıların sömürgeleştirme hamlelerinin ardında kendi kıt kaynaklarına eşlik eden bir bolluk ülkesi fantezisi yatıyordu. Güney Amerika’ya ayak basan Kolomb gördüğü bolluk karşısında duygulanır ve mektuplarından birinde “tam bir Cockaigne” diye söz eder Güney Amerika’dan. Gerçi şarabın olmamasından ve yerlilerin gayri Hıristiyan adetlerinden şikâyet etse de ortaçağ imgelemini işgal eden bu bolluk ülkesini keşfettiğini düşünmekteydi. Günümüzdeki göç hareketlerine baktığımızda, kıtlık toplumundan hayali bir bolluk ülkesine yolculuğa dönüştüğünü görüyoruz bu hareketlerin. ‘Taşı toprağı altın İstanbul’ deyişi dilimizde yer etmiştir mesela. Mal biriktirmenin hiçbir önemi olmadığı modern öncesi toplumlarda şef, potlaç tabir edilen şenliklerde elinde biriken malları kabilesine yağmalatarak şeref kazanırdı. Günümüzde ise büyük kentlerdeki ayaklanma anlarında vitrinlerin arkasındaki bolluğu yağmalayan yoksullar, toplumsal bellekte yaşayan bu geleneği sürdürmek istiyorlar belki de. Bolluk ülkesi düşleri neredeyse tüm insanların kolektif belleğinde şimdi ve buradaki bir yeryüzü cenneti olarak hâlâ yaşıyor.

GÖÇEBELEŞMİŞ DÜŞÜNCENİN PEŞİNDEN GİTMEK
Ortaçağlarda Cockaigne, gündelik hayatın zorluğu, yiyeceklerin kıtlığı, toplumsal kısıtlamaların, toplumsal katmanlaşmaların katılığı karşısında bir kaçış düşüncesi olarak beliriyordu halkın zihninde. Bu kaçış düşüncesinin kendileri de birer kaçak olan Goliard’larda ortaya çıkması rastlantı değil. Mevcut toplumsal ilişkilerin, feodal yapıların çözüldüğü, yerlerinden, köklerinden kopanların kentlerde yığıldığı bir dönemin tipik temsilcileriydi Goliard’lar. Hiçbir maddi olanağı olmayan ve toplumun çok farklı kesimlerinden gelen bu kaçaklar, dilencilik hokkabazlık, soytarılık yaparak geçinmeye çalışan yoksul öğrencilerdi. Sabit mekânları, gelirleri, hiçbir mülkleri olmayan bu yoksul öğrenciler, sevdikleri hocaların peşinden kent kent dolaşırlardı. Göçebeleşmiş düşüncenin peşi sıra giden göçebelerdi hepsi. Cockaigne konulu şiirlerinde yerleşik olan ne varsa, ruhbanı, soyluları keyifle eleştiriyorlar, öte dünyaya ertelenmiş cennet düşünü yeryüzünde kurmaya çabalıyorlardı.

Kadim bir düşünce olsa da ilk kez on üçüncü yüzyıl Avrupa’sında yüzeye çıkan cockaigne (bolluk ülkesi) ütopyası, bildiğimiz modern ütopyalardan çok farklı. Modern ütopyalarda geometrik olarak inşa edilmiş ideal bir mekânda ideal varlıklar yaşarken, cockaigne ise arzularının peşinden koşan, hep eksik kalacak bir insandan yola çıkar. Bu, sürekli oluş halindeki, yetkin bir biçime ulaşmamış bir insandır. “Arzu, düşüncenin kalbinde hep düşünülmeden kalandır” diyordu Deleuze. Cockaigne de bu düşünülmeden kalanın peşinden koşan insanın yaşadığı hemen yanı başımızdaki, elimizin altındaki, tenimizdeki ütopyadır.

Not: Arzularının peşinden koşan bir grup sanatçı, “Cockaigne, Bolluk… Şimdi!” başlığını taşıyan bir sergiyle ütopyanın, bolluğun şimdi ve burada olduğunu hatırlatacaklar bize. Bu sergi, Beyoğlu, Halep Pasajındaki Pasajist’te 14-18 Mart tarihleri arasında izlenebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder