13 Mayıs 2011 Cuma

HER DAİM HETEROTOPYA: YIKIM 2011


RAHMİ ÖĞDÜL

12 Mayıs 2011

Heterotopya ya da heterotopi bir tıp terimidir aslında: bir dokunun, bir organın ya da beden parçasının olmaması gereken bir yerde oluşması. Tıbbi anlamda, bedene dair beklentilerimizi tamamen alt üst eden anormal bir durum. Bu kavramı toplumsal ve metinsel bedene taşıyan Foucault açısından ise birbirleri ile hiçbir benzerlik taşımayan, tamamen aykırı, heterojen unsurların yan yana gelmesiyle ortaya çıkan bir düzendir; bildiğimiz düzenlerden tamamen farklı olan, bizi şaşırtan, rahatsız eden, adlandırmayı imkânsız kılan alternatif bir düzen.

Heterotopya ötekiliğin yeridir, ötekinin mekânıdır. Diğer yerlerle kurduğu farklılık ilişkisiyle ortaya çıkar onun ötekiliği; bir kültürün içinde ya da kültürler arasında normdan sapanların, aykırı, uyumsuz olanların ötekiliğidir onunkisi ya da bir metnin içine sızan ve bildik sözdizimini darmadağın eden bir ötekiliktir. Foucault, sürrealizme en uzun süre bağlı kalmış olan Renée Magritte’in (1898-1967) resimleri üzerine yazdığı ‘Bu Bir Pipo Değildir’ kitabında metinsel heterotopyadan söz eder: “Bu garip ve sürüklenip giden mekânda garip bağlantılar oluşur, yersiz girişler ortaya çıkar, beklenmedik ve yıkıcı istilalar olur, sözcüklerin ortasına görüntüler düşer, desenleri yalayan ve paramparça eden sözel şimşekler çakar. Klee, göstergelerin zincirleriyle figürlerin liflerini iç içe geçirerek adsız ve geometrisiz bir mekânı sabırla kurar. Magritte ise… mekânın altını gizlice kazar. Ama kelimelerle kazar bu mekânın altını ve perspektifin eski piramidi çökmek üzere olan bir köstebek yuvasından başka bir şey değildir artık” (çev. Selahattin Hilav, YKY).

Kendimizi kolaylıkla, rahat bir şekilde yerleştirdiğimiz, devletçi zihniyetin şeyler arasında akrabalık, yakınlık, benzerlik ilişkilerine göre kurduğu hiyerarşik piramid de benzer şekilde çöker heterotopyada. Yarattığı bu aykırı düzenle heterotopya, ilişkiye girdiği, aralarında yer aldığı öğelerin, toplumsal bedenlerin altını oymaktadır; sürekli piramidleri parçalayarak, yeni yatay bağlantılar kurmamıza, sürekli konum değiştirmemize yol açar; artık kendimizi huzurlu hissetmemizin imkânı yoktur, bastığımız zemin ayaklarımızın altından kayar usulca. Sağduyunun uygunsuz, uyumsuz dediği ayrıksı parçalar arasında yatay bağların kurulmasıyla, sürrealistlerin babası Alfred Jarry’nin dediği gibi canavarlar çıkar ortaya: “Canavarı uyumsuz öğelerin bileşimi olarak tanımlamak adet olmuştur… Ben kendine özgü, tükenmez her güzelliği canavar olarak tanımlarım” diyordu Jarry uyumsuz öğelerin oluşturduğu bütüne gönderme yaparak.

Foucault da Magritte’nin sürrealist resimlerini sağduyu rahatsız eden bu bütünü göstermek için kullanır. Ortaya çıkan bu beklenmedik brikolaj etkisi, temsile dayalı dünya tahayyüllümüzü çökertir. Foucault’nun heterotopya kavramını oluşturmasında sürrealistlerin etkisi çok açıktır; sadece Magritte’in resimlerinden değil, diğer sürrealist metinlerden de etkilenmiştir Foucault. Sürrealistlerin alternatif perspektifler yaratılmasında rastlantısal yan yana gelmelerin gücüne gösterdikleri duyarlılığı heterotopya kavramında da görürüz.

Sürreal olma durumu, rastlantıdan, duygulanımdan ve gayri iradi bellekten oluşan bir dünyanın olumlanmasıdır; hayal gücünün her türlü kısıtlamadan kendini kurtarması, dünyayı olduğundan farklı şekilde, heterojen unsurların şaşırtıcı yan yana gelişi olarak görmektir. Lautréamont, sürrealizmi hazırlayan De Chiro’nun resimlerini, “bir ameliyat masası üstünde bir dikiş makinesi ile bir şemsiyenin rastlantısal olarak bir araya gelmesi kadar güzel” diye övmüştür.

Kent heterotopik mekânlar barındırıyor içinde; normdan sapanların, ötekilerin işgal ettiği bu mekânlar bizi tedirgin ediyor, sıradan algımızı alt üst ediyor. Galatasaray’daki Mısır Apartmanı’nın hemen arkasındaki Akarsu Sokak’ta yer alan, bir zamanlar sokak çocuklarına ve travestilere ev sahipliği yapmış metruk bina böyle bir mekândır. Bugün bu heterotopik özelliğini farklı bir boyuta taşıyarak farklı zaman ve mekânları sanat yapıtlarıyla iç içe geçiriyor, heterojen, ayrıksı öğelerle alışılmışın dışında, farklı bir deneyime kapılarını aralıyor. Kendilerini ülkenin ilk kolektif-avangardları olarak tanıtan Sürrealist Eylem ekibinin yaklaşık bir yıl süren çabalarının ürünü, YIKIM 2011 sergisi bu akşam bu metruk yapıda açılacak. Aralarında sürrealistlerin, anarşistlerin, sitüasyonistlerin de yer aldığı, yurt içi ve yurt dışından otuzun üzerinde sanatçının katkısıyla yaratılan bu heterotopyanın ne yazık ki ömrü çok uzun sürmeyecek. Beyoğlu’nu nezihleştirme sürecinde yıkılıp yerine otel yapılması planlanıyor binanın; dolayısıyla bir taraftan in situ (yere özgü) işlerin çoğunun bu yıkımla birlikte molozların arasında kaybolması, diğer taraftan yeryüzünün kapitalist yıkımı, YIKIM 2011 sergisini çok anlamlı kılıyor. Belki de zamansız, bedensiz, temiz kesim galeri mekânı yerine, farklı zamanları ve bedenleri içeren bu ötekinin mekânını seçtiği için, tüm anlamlandırma düzenimizi yıkıma uğrattığı için bu adı hak ediyor. Nereden bakarsanız bakın: YIKIM 2011.

Not: Yıkım 2011, 12 Mayıs-28 Mayıs 2011 tarihlerinde, pazartesileri hariç her gün saat 13:00-19:00 arasında yaşanabilir. Ayrıca bu sergi çerçevesinde çok sayıda yan etkinlik de düzenlenecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder