9 Aralık 2010 Perşembe

BEDENDEKİ SIZINTILAR


RAHMİ ÖĞDÜL

9 Aralık 2010

İğrenç akıntılar sızıyor bedenin gözeneklerinden. Dışarısı ile içerisi arasında çizdiğimiz sabit sınırları, bedenden sızan sidik, dışkı, kusmuk, kan, ter, sperm gibi fiziksel akıntılar istikrarsız hale getiriyor. Bütünlüklü, hijyenik olarak tahayyül ettiğimiz temiz bedenlerimizin bu akıntılarla, sızıntılarla tehdit edildiğini, inşa ettiğimiz simgesel düzenlerin, anlamların çökertildiğini görüyoruz. Julia Kristeva’ya göre, özne ile nesne arasındaki ayrımı çökerten bu sızıntılar her seferinde yeniden kendimizi inşa etmeye sürüklüyor bizleri, kendimizi bitimsiz bir oluşum süreci içinde buluyoruz. Akıtmaz, sızdırmaz olarak hayal ettiğimiz kapalı, nezih bedenlerin, kendilerini yerleştirdikleri sabit konumlar da bu sızıntılarla birlikte bulanıklaşıyor.

Devlet denilen devasa organlı-bedenden sızan akıntılar ve geçen hafta bir sanat galerisinde Şükran Moral’in performansı sırasında küçük bir izleyici topluluğunun maruz kaldığı arzu sızdırmaları konuşuluyor her yerde. Her ikisi de nezih, kapalı beden ile dışarısı arasındaki sınırları muğlaklaştırıyor.

Şükran Moral’in, beden coğrafyasını dikenli tel örgülerle çitleyen eril, heteroseksüel anlayışa bir başkaldırı niteliğini taşıyan lezbiyen performansında, bildik kodların, pornografinin tüm klişelerinin bir kez daha yeniden üretildiğini, dolayısıyla çok da yeni bir şey olmadığını söyleyeme kolaylığına düşebiliriz. Estetize edilmiş pornografinin neredeyse MTV’de oynatılan tüm müzik kliplerinin vazgeçilmezi haline geldiği, internet üzerinden pornoya ulaşımın kolaylaştığı bir dönemde bu kodları bir kez daha üretmek hiç de yıkıcı sonuçlar doğurmuyor elbette. Porno sanayi üretimini bilimsel aklın sınıflandırmalarına oturtarak, bedensel arzunun gayet makul şekilde yerli yerine oturtulmasına yardım ediyor. Arzuyu binlerce kez çiğnenmiş yollardan geçiriyor pornografi; bir kez kanalize edildikten, yerli yurtlu hale getirildikten sonra bizler de bu sonuçları kendi hayatımızda tekrarlar hale gelerek, arzularımızı özgürleştirdiğimiz yanılsamasına kapılıyoruz. Arzunun bir politikası varsa şayet, bu politikanın bu kodlamalar üzerinden değil, kodları yıkıcılığı, ele avuca sığmazlığı ölçüsünde devrimci olacağını, sanatın da kodlamaları, klişeleri durmadan yeniden üreterek değil, kodları yıkarak yeni arzu ve düşünce alanları açacağını, böylelikle bu politikaya dahil olacağını biliyoruz.

Şükran Moral’in performansının yıkıcı vurgusu, belirli bir işlevle tanımlanmış kamusal bir mekana özel hayatı, yatak ilişkilerini taşımasında yatıyor. Diyojen’in Atina agorasında halkın arasında icra ettiği mastürbasyon “performans”ından beri Batı’da benzer eylemler gerçekleştiriliyor tabi. Bir sanat icrasına tanıklık etmek üzere hazırlı gelmiş, kendini sanatın simgesel düzenine konumlandırmış izleyiciyi, teninde yaşadığı arzulu sevişmelerle hazırlıksız yakalıyor Moral ve kapalı, nezih bedenlerde gözenekler açarak tekinsiz arzu sızmalarına yol açıyor. Tüm sınırların muğlaklaştığı böyle bir ortamda izleyici kendisini nasıl konumlandıracağını bilemiyor; bir sanat olayına mı yoksa bir seks gösterisine mi tanıklık ettiklerine bir türlü karar veremeyen izleyiciyi, istikrarsız bir mıntıkada havada asılı bırakıyor. Bedenlerdeki gözeneklerden sızan akıntılar bütüncül, sınırları net olarak çizilmiş, özerk beden tahayyülümüzde yaralar açıyor.

Devletleri bütüncül, sınırları net olarak çizilmiş, hijyenik varlıklar olarak düşündüğümüzde, Wikileaks’ten sızan akıntıların bu tahayyülümüzü sarstığını, Şükran Moral’in performansında yaşanan duygulara benzer duygulara sürüklendiğimizi görüyoruz. Kristeva’ya göre içerisi ile dışarı arasında çizdiğimiz bedenin sınırlarını muğlaklaştıran “iğrençlik” kavramı, tüm düzen, anlam, hakikat ve hukuk sistemlerimizi istikrarsız hale getirmesiyle tanımlanır. Denetlenebilir, yönetilebilir özneler üreten hukuk ve yasalar sisteminin temiz, nezih, kapalı birim modüllerden oluşan bir örüntü olarak görmek istediği toplum modelini tehdit ediyor bedendeki sızıntılar. Devletin gözeneklerinden sızan akıntılar kendi bedenini tartışmalı hale getirirken, bireylerin bedenlerinden sızan arzu sızıntıları öznelerin kendilerini yerleştirdikleri konumları kayganlaştırıyor, kendimizi nereye konumlandıracağımızı bilemiyoruz. Tam da burada, paranoyak zihinlerin ürettikleri komplo teorilerine değil, göçebe zihinlerin ürettikleri özgürleşme hamlelerine ihtiyacımız var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder