16 Temmuz 2010 Cuma

ANIN RADİKAL ÖTEKİLİĞİ


RAHMİ ÖĞDÜL

15 Temmuz 2010

Her tarih anlayışının içinde belli bir zaman deneyimi var; bu zaman deneyimi, içerisinde yer aldığı tarih anlayışını koşullandırıyor. Kültür için de aynısını söylemek mümkün; her kültürü belirli bir zaman anlayışı belirliyor; dolayısıyla zaman deneyiminde bir değişiklik yapmadan yeni bir kültür yaratmak mümkün değil. Agamben, bir devrimin ilk görevinin sadece dünyayı değiştirmek değil, öncelikli olarak zamanı değiştirmek olduğunu söylüyordu (Çocukluk ve Tarih, çev. Betül Parlak, Kanat Yayınları).

Batı tarihine baktığımızda bunu açıkça görebiliyoruz. Her uygarlığın, her kültürün kendi zamanı var ve bu zaman anlayışına göre tüm değerlerini biçimlendiriyor. Doğrudan temsil edemedikleri için zorunlu olarak uzamsal imgeler aracılığıyla temsil ediyorlar zamanı. Antik Yunan-Roma döneminde zaman anlayışı temelde döngüsel ve sürekliydi. Platon’da bu zaman göksel kürelerin döngüsel devinimiyle temsil ediliyor. Döngüsel zamanın ne bir yönü, ne de başlangıcı, ortası ya da sonu var.

Aristoteles’de de zaman bu döngüsel karakterini koruyor; ama bir taraftan da bu zaman temel karakteri olarak noktasal, sonsuz ve ölçülen bir süreklilik taşıyor bünyesinde. Aristoteles’in Fizik adlı eserinde ortaya çıkan bu zaman deneyimi iki bin yıl boyunca Batı’da zaman temsilini belirlemiştir. Aristoteles zamanı, önce ve sonraya göre hareket sayısı olarak tanımlıyordu; geometrik noktaya benzeyen ayrışık anların (şimdilerin) sürekli akışı. Aristoteles’e göre an, kendi içinde zamanın sürekliliğinden başka bir şey değildir; geçmiş ve geleceği hem birleştiren hem bölen saf bir sınırdır. Bu haliyle an hep kaçan, ele avuca sığmaz bir şeydir. An ya da şimdi, bu bakımdan paradoksal bir karakter taşımaktadır: zamanı sonsuzca böldüğü için an, daima başkadır, ötekidir; öte yandan geçmişi ve geleceği birleştirdiği ve zamanın sürekliliğini garanti altına aldığı için de hep aynı kalan bir şeydir. İşte anın bu paradoksal doğası, Agamben açısından zamanın radikal ötekiliğinin ve karakterinin temelini oluşturuyor.

KURTULUŞA İLERLEYEN BİR TARİH
Yunanlıların döngüsel zaman anlayışına karşı, Hıristiyanlar çizgisel bir zaman anlayışı çıkarmışlardır. Başlangıcı ve sonu olmayan zaman çemberini bir yerinden koparan Hıristiyanlar, bu çemberi düz bir çizgi haline getirmişler, bir başlangıç noktası (yaradılış) ve bir de sonu (Kıyamet Günü) olan çizgisel bir zaman anlayışı benimsemişlerdir. Klasik dünyanın yönü olmayan zamanının aksine bu zamanın bir yönü vardır. Yaratılıştan Kıyamet Gününe doğru tersinemez bir şekilde yol alır. Hıristiyanlıkla birlikte İnsanlık tarihinin bir kurtuluş tarihi olarak algılandığını görüyoruz, kurtuluşa doğru ilerleyen bir tarih olarak.
Tarihsellik deneyiminin temellerini atan Hıristiyanlıktır. Zamanı, yıldızların doğal hareketinden kesin biçimde ayırıp, insani ve içsel bir olgu haline getirir bu deneyim. Yine de bu içselleştirilmiş zaman Yunan düşüncesindeki noktasal anların sürekli birbirini izlemesinden oluşmuştur; anların paradoksal karakteri burada da vardır.

BÜTÜNLÜK SAĞLAYAN SÜREÇ VE AN
Modern dönemin zaman kavramı, Hıristiyanlığın çizgisel ve tersinemez zaman anlayışının laikleştirilmesidir bir bakıma; Zamanın bu türdeş, çizgisel ve içi boş temsili, atölyelerdeki çalışma deneyiminden doğmuştur. Modern üretim tekniği, tekbiçimli düz çizgi halinde ilerleyen bu devinimine uygun düşmektedir. Bu yüzden on dokuzuncu yüzyılda tarih anlayışına süreç kavramı yol gösterir; noktasal olan ve sürekli kaçan şimdi hiçbir anlam ifade etmektedir; bir bütünlük taşıyan süreç anlamlıdır sadece.

Ancak zamanı farklı bir biçimde düşünmeye yönelik her çaba Aristoteles’in tanımladığı şekliyle anın, şimdinin paradoksal karakterini hesaba katmak zorunda. Batılı zaman kavrayışına egemen olan bu noktasal an kavramı, aslında Vico’nun tabiriyle bir “şeytani geçit” oluşturuyor Agamben’e göre. Bu geçit sayesinde metafiziğin sonsuzluğu, insani zaman deneyiminin içine sızmakta, bu deneyimi bir daha eski haline gelmeyecek biçimde değiştirebilmektedir. Çizgisel, türdeş bir akış olarak egemen zaman anlayışı bünyesinde ötekini, yani anı barındırıyor; çizgisel zamanı parçalayacak ve farklı bir zamanı, dolayısıyla farklı bir kültürü yaratacak bir potansiyel olarak an hep şimdi ve burada, hemen yanı başımızda duruyor. Her an girebileceğimiz ve egemen çizgisel zamana (‘kronos’a) yem olmaktan kurtulacağımız bir kapı olarak aralanıyor.

Birbirini izleyen anlardan oluşan sonsuz geçiş olarak zaman kavramına Stoacılar da karşı çıkmışlardı. Stoacılar için böyle bir zaman, gerçek dışı bir zamandır; bekleyiş ve erteleme olarak deneyimlenebilirdi ancak. Stoacılar bu zamanın karşısına, eylemden ve insani karardan kaynaklanan, özgürleştirici bir zaman deneyimi yerleştirirler. Bu zaman anlayışı ‘kronos’tan değil, ‘kairos’tan kaynaklanır; yani nesnel, ölçülebilir, niceliksel zamandan değil, doğru kararın verildiği ve hayatın tüm potansiyeline bir anda ulaşıldığı niteliksel zamandan.

ZAMANI VE ANI YENİDEN DÜŞÜNMEK
Dünyayı farklı şekilde düşünmek, değiştirmek istiyorsak şayet, Agamben’in belirttiği gibi öncelikle zamandan başlamalıyız işe; kurtuluşu, özgürlüğü hep ileriye erteleyen zamandan yani. Benjamin de bunun çok farkındaydı. Devrimcilerin tarihin sürekliliğini havaya uçurmasından, insanlık tarihini bir özet halinde içeren şimdiki-zaman kavramından söz ediyordu. Aslında hem Stoacılar hem Benjamin çizgisel zamanın köleliğinden kurtulmak için uygun fırsatın yakalandığı ve insanın kendi özgürlüğüne karar verdiği ana, ‘kairos’a bel bağlıyor; egemen tarihin kronolojik zamanı yerine sahici tarihin ‘kairo-lojik’ zamanına yaslanıyorlardı. Zamanı ve anın bu radikal ve paradoksal karakterini yeniden düşünmemiz gerekiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder