18 Haziran 2010 Cuma

BİYO-İKTİDARIN GÜCÜ: KADAVRA BEDENLER






RAHMİ ÖĞDÜL

17 Haziran 2010

Tıp bilimi iktidar uygulamalarıyla iç içe geçmiş, öldürme ve işkenceyle birlikte gelişmiştir ve günümüzde de iktidarın, tıbbi uygulamaları yaygınlaştırarak biyo-politikleştiğine tanıklık ediyoruz. Bu uygulamaların kökenlerini, Ortaçağlarda hükümdarların tebaaları üzerinde kullandığı öldürme hakkına dek izlemek mümkün.

Batı’da Ortaçağ’da infazlar halka açık bir seyirlik olarak icra ediliyordu. Yapılan duyurularda infazda hangi aletlerin kullanılacağı, kurbanın bedeninin kaç parçaya bölüneceği en ince ayrıntısına kadar belirtiliyordu. Amaç sadece suçluyu öldürmek değildi tabii, ibreti âlem olsun diye bedeninin parçalara ayrılması ve organlarının çıkarılmasıyla son buluyordu gösteriler. Genellikle ceza ile işlenen suç arasında bir bağlantı kuruluyordu bu gösterilerde. Öncelikle suçlunun suçu işlerken kullandığı uzuvları hedef alınıyor, ardından da bütün bedeni parçalanıyordu. Örneğin bir hırsızın önce elleri kesiliyor, hemen arkasından gözleri çıkarılıyordu. Bu gösteriler, toplumsal düzenin yeniden tesis edilmesini ve tehdit edilen otoritesinin hükümdara iade edilmesini sağladığı için en ince ayrıntısına dek tasarlanmış, rasyonel bir ritüel halinde icra edilmeliydi; hükümdar otoritesini bu gösteriler sayesinde kuruyordu.

CESET CERRAHIN ELLERİNDE
İktidarın, bilginin ve özellikle tıp biliminin kaynaştığını göstermesi açısından o dönemdeki uygulamalar ilginçtir. Cellatlar aynı zamanda tıp pratiği olan ve otopsi yapan insanlardı. Anatomi amacıyla yapılan teşrihlerde kullanılan kadavralar da bu infazlardan sağlanıyordu. İşkence gösterisi sırasında bedeni aşağılanan suçluyu ikinci bir cezalandırma bekliyordu ne yazık ki: bedenin anatomi masasında parçalara ayrılması. En çok da suçluları tedirgin eden şey, öldükten sonra bedenlerinin parçalara ayrılmasıydı; kurbanın ailesi ve arkadaşları bu uygulamaya karşı çıkarlar, cesedi cerrahın ellerine teslim etmek istemezlerdi. O zamanlar anatomik teşrihler bireyler üzerinde bir caydırma işlevi de görüyordu gerçekten; öldükten sonra cesedin parçalara ayrılması, kutsallığını yitirip bir nesneye dönüşmesi, infaz edilen kişinin insanlıktan çıkarılıp şeytanlaştırılmasının nihai safhası olarak görülüyordu.

Öldürme hükmünü veren iktidar, bu hükmü yerine getiren cellât ve cesedi neşteriyle parçalayan cerrah, cezalandırıcı sistemin ayrılmaz parçalarını oluşturuyor. William Hogarth’ın (1697-1764) ‘Zalimliğin Bedeli’ adlı gravürü, tek bir kişi halinde birleştirilen hükümdar ve cerrahı, iktidar simgesi olan bir tahtta otururken tasvir ediyordu; anatomi masasındaki cesede uygulanan teşrihin cezalandırıcı özellik taşıdığı apaçık şekilde gösteriliyor bu gravürde. Teşrih, halka açık ikinci bir işkence gösterisine dönüşüyor. Bu gösterilerde bilim ve şehvet iç içe geçiyordu, bedenin örtülü kısımlarının açılması bir tür erotik haz da yaşatıyordu insanlara.

Anatomik amaçlarla parçalanan bedenin aynı zamanda cezalandırılan bir beden olduğunu anlıyoruz. Bunu ilk anatomi bilginlerinden olan Andreas Vesalius’un (1514-1564) ‘De humani corporis fabrica’ (insan bedeninin işleyişi üzerine) başlıklı anatomi kitabında yer alan illüstrasyonlarda da görmek mümkün. İskeletler ve derisi yüzülmüş kadavralar anlatısal bir çerçeve içinde sunuluyor bu kitapta. Darağacından henüz indirilmiş, boynunda hala ip taşıyan kadavranın anatomik çizimi doğrudan doğruya politik göndermeler taşıyor. Anatomi bilimi ve tıbbın politika, devlet iktidarı ve işkenceyle olan bağlantısını görselleştiriyor.

Tıbbın, hem bedeni ve nüfusu, hem de organizmayı ve biyolojik süreçleri konu alan ve böylece disipline edici ve düzene sokucu unsurlara sahip bir bilme-iktidarı olduğunu söylüyordu Michel Foucault. Günümüzde artık tamamen biyo-politikleşen iktidar, bedenler ve bir tür olarak insan nüfusu üzerinde kapsamlı bir denetim kuruyor. Tıpkı ortaçağlarda halka açık, işkenceyi andıran anatomi gösterilerinde olduğu gibi, günümüzde de televizyondaki sağlık programları aracılığıyla kendini büyük bir gösteriye dönüştürüyor, bu gösteriler sayesinde durmadan iktidarını pekiştirip yaygınlaştırıyor.

MIŞ GİBİ YAPAN KADAVRALAR
Biyo-politik iktidarın büyük şovlarından biri olan Gunther von Hagens’in ‘Body Worlds’ sergisi sonunda İstanbul’a geldi. Kadavra heykeller 17 Aralık 2010’a kadar Karaköy Antrepo 3’de sergilenecek. İnsan bedeni ve tüm yaşam döngüsü üzerinde kurulan biyo-iktidarı görselleştiren örneklerle dolu sergi. Andreas Versalius ve Govard Bidloo (1649-1713) geleneğini izleyen Huygens, plastinasyon yöntemiyle sonsuza dek dondurduğu kadavraları anlatısal bir çerçeveye yerleştirerek (satranç oynayan, ata binen, jimnastik yapan kadavralar), biyo-iktidarın sadece yaşam değil, ölüm üzerindeki nihai zaferini ilan ediyor. Sergi duvarlarında yer alan sağlıklı yaşam ideolojisi posterleriyle, hayatın bütünü üzerinde kurduğu disipline edici, düzene sokucu iktidarını neşrediyor. Lakin bu serginin önemli bir yararının olduğunu düşünüyorum: düşünmeyen ama düşünür gibi yapan, eylemeyen ama eyler gibi yapan kadavralar dünyasında yaşadığımızı hatırlatıyor bize.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder