1 Nisan 2021 Perşembe

TELEMATİK KÂBUSLAR

 16.10.2020

RAHMİ ÖĞDÜL

Zaman çürüdü, akmıyor artık. Çürüyen zaman, bir tren gibi kompartımanlara ayrılmış, mekânsallaştırılmış zamandır; aynı trenin ayrı ayrı kompartımanlarında, bir türlü gelmeyeni bekleyenlerin zamanı. Bekleyenler de, bekletilen su gibi çürür elbet ve kompartımanların içine kapatılmış bedenlerle birlikte toplum da çürüdü, havada keskin bir bataklık kokusu. Geçmiş ve gelecekte icat edilmiş noktalar arasına sıkıştırıldığından beri zamanı hapishane olarak deneyimliyoruz; kalkış noktası ile varılacak terminal arasına sıkıştırılmış despotik bir tren-zaman yolculuğu. İki noktayı birleştiren çizginin içinde tutsak kalmaya yolculuk denemez tabii. Çizgisel zaman hapishanesinin kompartımanlarında bekleyenler artık neyi beklediklerini unutup uykuya daldılar; derin uykudan uyanamıyoruz bir türlü. Uyandığımızı sanıyoruz, ama bedenimizi kımıldatamıyoruz; uyku ile uyanıklık arasındaki o felç hali. Henry Fuseli’nin “Karabasan” (1781) tablosundaki gibi, her an lanet olası iblis ile göz göze gelmek; göğsümüzün üzerine oturmuş, nefes alamıyoruz. Kaçıp kurtulmak istiyoruz, fakat uzuvlarımıza söz geçiremiyoruz. Henüz uyanamamışız demek ki.

Karabasanı kısaca uyku felci olarak tanımlıyor uzmanlar. Uykunun en derin evresi olarak tanımlanan ve rüyaların görüldüğü REM uykusu sırasında, beyin ile beden arasındaki iletişim engellenir. Solunum ve göz kasları dışında tüm kaslar devre dışı bırakılır; bedeninize söz geçiremezsiniz; anlık felç hâli. Karabasan, uykudan uyanmamıza rağmen, REM uykusundaki fizyolojik felç halinin devam etmesinden kaynaklanıyor. Ve bu geçici felç hali geçmiyor artık. Karabasandan kurtulmak istesek de kurtulamıyoruz. Gerçekten uyanmış olsaydık, bedenimiz sözümüzü dinler ve gündüz kâbuslarından kurtulabilirdik. Olmuyor, bedenlerimiz telematik aygıtın içine gömülü; beden, bizim bedenimiz değil, onlar kullanıyor. Telematik; telekominikasyon ve enformatik terimlerinden türetilmiş araç takip sistemi. Bilginin gönderimi, alımı ve depolanması yöntemi. GPS teknolojisi, bilgisayar ve kablosuz iletişim araçlarının entegrasyonu ile oluşturulmuş. Bedenlerimizin yönetimini telematiğe devrettik; bedenlerimiz artık telematiğin emrinde. Bazen uzuvlarımıza söz geçirmeyi deniyor, bir araya gelmek ve kendi mekânlarımızı yaratmak istiyoruz, fakat “bekleme yapma!” komutu geldiğinde olay mahallini hızla terk ediyoruz. Bedenlerimiz araçlara dönüştü.

Telematik, araçlaştırılmış bedenlerden filolar kurmaya yarıyor. Bir internet sitesi ne güzel tanımlamış: “Filo yönetimi; verimliliği en üst seviyeye çıkarmayı, üretkenliği artırmayı, taşıtlar ve sürücüler için güvenliği arttırmayı amaçlayan, araçlara ve sahada görev yapan personellere dayanan bir iş rolüdür. Telematik ve gelişmiş GPS izleme çözümleri ise filo yöneticilerinin araçları izlemesini, yakıt tüketimlerini raporlamasını, sürücü davranışlarını izlemesini ve araç bakım süreçlerini yönetmesini sağlamaktadır.” Filo yönetimi, Foucault’nun bahsettiği biyo-iktidardır; verimliliği arttırmak için tüm yaşam süreçlerini kontrol altına almak. Ve bugün bu filolara halk deniliyor. Halk biziz; bedenlerimizi tepe tepe kullanıyorlar, hurdası çıkıncaya dek. İstediğiniz kadar beyniniz ile bedeniniz arasında iletişim kurmaya, uzuvlarınızı hareket ettirmeye çalışın; telematik aradaki bağlantıyı hep koparıyor, kâbus gibi; hiç geçmeyen felç hali. Bekliyoruz bir umutla. Beklentilere bile tahammülü olmayan despot, gelmeyecek olanı bekleyenlere “bekleme yapma!” komutu gönderiyor.

Komutu işittiğimizde iblis ile yeniden göz göze geliyoruz. Göğsümüzde oturan iblis, çürümüş zamandır. Beton duvarlarla ıslah edilmiş dere yataklarında bekletilen su gibiyiz; akışının önüne set çekilmiş, çürümeye yazgılı. Oysa zaman her yöne doğru akabilir; homojen değil, heterojendir. Bazen, duvarların ötesindeki ıslah edilmemiş taşkın akarsuların, kayaları parçalayan zamanların sesleri yankılanıyor içimizin boşluğunda. İşte o zaman Jean Genet’nin kısa filmi, “Bir Aşk Şarkı” (Un Chant D’Amour)’sındaki gibi duvarları delesi geliyor insanın; yalıtılmış, tutsak bedenlere dokunası. Sonra birden bedenlerimizi hareket ettiremediğimizi fark ediyoruz. Ve kâbus, kaldığı yerden devam ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder