2 Kasım 2019 Cumartesi

BEDENLERİ KULLANMA KILAVUZU


RAHMİ ÖĞDÜL
01.11.2019

“Avucumun içi gibi bilirim”. Bu cümleyi yaşadığımız mekânlar için kaç kez kullanmışızdır, kim bilir? Peki soruyorum: Avucunuzun içini ne kadar biliyorsunuz? “Avuç içi”, aynı zamanda bir şeyin çok küçük olduğunu belirtmek için kullanılıyor. Bir mekânı avucunuzun içi gibi biliyorsanız, bir deneyim alanı olarak içinde yaşadığınız uzamı tamamen keşfetmiş, tüketmiş ve zihninizde, avuç içine sığacak kadar küçük bir haritaya indirgemişsiniz demek ki. Ama avucunuzun içini bilmediğiniz gibi, yaşadığınız mekânı, mekânı dolduran şeyleri de bildiğinizi pek sanmıyorum. Avuç içini okumanın, bilmenin çeşitli yöntemleri var. En bilineni, avuç içi çizgilerini astrolojik bir haritandırmaya göre okuyarak hayatınıza dair çıkarımlarda bulunmak. Bedenlerinizin üzerindeki yıldızların işaretlediği izleri birleştirip yazgınızın haritasını çıkardığınızda, nasıl bir hayat süreceğinizi önceden bilebilirsiniz. Ve bir kenti avucunuzun içi gibi bildiğinizi iddia ettiğinizde bu sefer, bir kentin haritalandırılmış düzlemini, yani bir kentin yazgısını önceden biliyor ve kabulleniyorsunuz demektir.

Yeryüzünün çokluğunu, öngörülemezliğini gökyüzü haritalarıyla düzene sokan mitolojik anlatılara inanıyoruz hâlâ. Mitolojik zamanlardaki gibi, yeryüzündeki yazgımız yıldız kümeleri tarafından belirleniyor; kendilerini yıldızlaştırıp, yeryüzünün, kentlerin ve insanların yazgısını kendi çıkarları doğrultusunda haritalandıran iktidar kümeleri tarafından. Ve bizler de, bu haritalar içinde hareket ettikçe, iktidarın tasarımı olan öngörülebilir hayatlar yaşıyoruz. O yüzden avuç içi çizgilerinizi ya da kentin haritasını bildiğinizi iddia ettiğinizde, bildiğiniz tek şey, göklerde ya da gökdelenlerde tasarlanmış bir hayatın nasıl yaşanması gerektiğidir. Beden ya da kent haritaları; belirli bir yazgı içine kapatılmış hayatlar için bedenleri kullanma kılavuzları. Hepimiz başka bir hayatı özlediğimiz halde, ısrarla, mevcut kullanma kılavuzlarında yazılı olanlara boyun eğiyoruz. Yazıya boyun eğmenin medeniyet olduğu öğretildi bize çünkü. Oysa başka bir hayat istiyorsak, göksel haritanın yazgımızı belirleyen çizgilerini bozmamız gerekecek önce. Biliyorum, bu hiç de medeni bir davranış değil; kutunuzun içinden çıkan beden kullanma kılavuzunu hiçe saymak ve bedenlerinizi hiç de hesapta olmayan bir şekilde kullanmak.

Bedenlerimiz bir eşya değil, ama eşya muamelesi yapan iktidar, kanun hükmünde beden kullanma kılavuzları yayınlıyor. Yanlış kullanıldıklarında bedenler cezalandırılacak. Bir bedenin nasıl kullanılması gerektiğine dair yazılı ve yazılı olmayan metinleri var. Kullanma kılavuzları, yeri ve işlevleri önceden saptanmış nesneler içindir. Ve her nesne, tasarlanmış bir düzenin uyumlu parçası olmak üzere üretilir. Bedenlerimizi de iktidar, tasarladığı sahnenin modüler parçaları olarak üretmek istiyor. Medeni insanlar olarak sizden beklenen, bedenlerinizi kullanma kılavuzuna göre kullanmanız. Tabi kılavuz denince ilk akla gelen, “Kılavuzu karga olanın burnu b.ktan çıkmaz” sözü. Burnumuzun b.ktan çıktığı yok. Acaba diyorum, bedenlerimizi başka türlü kullansak neler olur? Hiç de medeni olmayan bir şekilde. Ve burnumuzu b.ktan çıkarıp, çürümekte olanı değil de doğmakta olanı, yaşamı koklasak.

Ama yaşamın kokusunu almak çok zor; havada kesif bir çürüme kokusu. Algı kapıları temizlenmeden yaşamın kokusu duyulmaz; metinden, kullanma kılavuzlarından kurtulmak. Kullanma kılavuzları, kokuşan düzenin kokuşan bedenleri içindir. Yaşamın çok ince ama çok güçlü bir kokusu var, çürümekte olanları diriltiyor. Yeryüzünün farklı coğrafyalarında halklar birer birer dirilirken, burunlarını kullanma kılavuzlarından çıkaramayanlar, olanları seyretmekle yetiniyor. Avuç içi çizgileri ya da kent haritaları; iktidarın dayattığı yazgılar değil, yeryüzünün kudretini, çokluğunu saklayan kıvrımlardır. 1995’te Gülbekian Komisyonunun toplum bilimleri üzerine yayınladığı raporun çağrısı, “Sosyal Bilimleri Açın”dı (Metis). Peki, toplumun dirilmesi gerekmez mi önce? O halde bizim çağrımız: Bedenlerin kıvrımlarını açın!